30 Ağustos 2009 Pazar

19 Ağustos 2009 Çarşamba

tahta dönme dolaba dair ve sikinti yok üzerine!

900 metre rakımdaki festival alanına, üstelik uçurumun hemen kenarına kurulmuş bir tahta dönme dolapla başlıyor hikayemiz...

blog yazıları boyunca sıkça adı geçecek olan bir grup zavallı "kendin bilmez" insan gücüyle çalışan ve her an kırılacakmış gibi sesler çıkaran bu aletin yanında bir yandan pineklemekte, bir yandan demlenmektedir. bir ara dönme dolabı çalıştıran "insan gücü" sahiplerinden bir tanesi aletten yediği sağlam bir darbe sonucu aleti çevreleyen tahta çitin üzerinden aşarak yanıbaşlarına ve de uçurumun santimlerce uzağına çakılır...ayağa kalkar kalkmaz da "sikinti yok" der adam "bunu zaten ben yaptım"

kendini bilmez dostlarımız aletin yapılışı ve çalışma pratiği ile eğlenirken bir yandan da bir kaç tur binip fotoğraf çektirmekten de geri kalmaz -ilim kendin bilmektir!!!!!!-

gelgelelim gözler bir anda uçurumun tam kenarında ve dönme dolabın çarpma mesafesinde kocasıyla beraber dikilen, tahminimizce 7-7,5 aylık hamile, sudan çıkmış sıçan kadar ıslak ablamıza takılır...
bendeniz ve "kendin bilmez" dost didem mevzuya çok darlanır ve abla ile kocası uyarılarak olay mahallinden nazikçe uzaklaştırılır...

dakikalar sonra dönme dolabın oturaklarının üzerinde 90larına gelmiş bir teyze tebaruz eder (ortaya çıkar)... teyzecim ne yapıyosun? makamında sorulan soruya gelen cevapla tümden dumura gark olunur "Bunu zaten benim oğlum ettu, hep beni bindirip denerdu, sağlamdur, sikinti yok!" Eyvahlar havada uçuşur, beyinler uyuşur ve herşey aşırı oksijene bağlanır...

yağmur başlar -ki biz ona tam olarak yağmur diyemeyiz, gökyüzünden fırtına deresi yağar diyelim- herkes araçlara kaçışır, tentelerin altlarında ıslak insan kitleleri vs... yol berbat haldedir, yusufla arkadaşlık hat safada ve "kendin bilmez" dostlarla beraber yürüyerek inme planları yapılmaktadır. Tam bu sırada az önceki çiftimiz tekrar belirir, yağmurun altında ve rüzgara maruz dikilmektedirler. bu kez benddeniz dayanamaz ve kocanın yanına gidip "Abi naapıyosunuz, kızcağız hamile, bari bir kuruluğa gidin" demek gafletinde bulunur.... Cevap: Ruslar ne yapıyor?... Bendeniz: Ruslar?... Çocuğu doğar doğmaz basarlar buzlu suya, alışsın die... bu da alışsın, sikinti yok...oy anacuğum oyyyyyy... kilit... pause ve bendeniz: İyi de abicim bu daha doğmamış, yaw bi kuruluğa geçsenize...idolümüz serkan olaya müdahale eder ve sevimli çiftimiz bir zahmet en yaındaki tentenin altına doğru süzülürler, serkan babaya saygı, takdir ey ahali!

sıradaki :P

rizenin köylerinden birine atanan genç imam köyden genç bir kıza aşık olar...
ister kızı, vermezler...
ister kızı, vermezler...
sonunda dayanamayan eleman çıkar minareye ve başlar şovuna: Sıradaki ezan bütün sevip de kavuşamayanlar için gelsin: Allahüekber Allahüekber...ooffffff ulan offffff!

handağına çıkan kamyon



18 Ağustos 2009 Salı

17 Ağustos 2009 Pazartesi

zil kalesi

giresun'dan o yane sikinti yok, yusuf var!


festivalin 3. günü mevzuya dahil olan ekiptenim. onur air'in gövdeden motorlu uçağında ilk olarak tanıştık yusuf'la. saolsun sönüş uçağına kadar eskortluk etti, hiç yalnız bırakmadı.

gövdeden motorlu 2. dünya savaşından kalma uçağımızın menapozlu kabin ekibi, trabzon hava alanından sonra ilk durağımız olan fırtına rafting'in teksaslı lazı, ardeşen öğretmen evinin hunharca flört eden resepsiyonisti, handaği'nin dönme dolap teyzesi, uçan belçikalısı, mikro allah'ı (masajcı, diskocu),... vb. dönüş yolunda "siz neden diskoya gelmediniz?" emanetçisi ile son bulan milyorlarca karakter. hepsinin yanında yusuf vardı. yusuf koruyan kollayandı. fotoğraflarda önümüze geçti. kimi zaman zenci oldu, kimi zaman deli. ama hiç eksik olmadı. eksik olmasın.

bu da şimdilik benden olsun!

Ardeşen'in seçilmiş kişisi :)

Rivayet edilir ki Ardeşen ilçesinde yaşayan bir deli var imiş, tarih kitapları bu nurlu şahsiyetten deli diye bahsetse de kendisi iyi bakılan,giyimi düzgün, temiz ve agresyondan uzak bir kişilik. Neyse efem bir gün dolmuşa binilir, şöförün hemen arkasındaki koltukta bir hatun kişi, yanında çocuğu ve onun yanında da bizim deli. Kaptan Serkan (ki kendisi bu bloğun var olmasında en büyük pay sahplerinden birisidir, idolümüz, saygı, takdir ey kitle) aynadan rahat dur der gibi parmağını sallar. Cevap kesin bir "anladım" baş sallaması. Yola düşülür, sikinti yok... gelgelelim hatunun yanındaki velet ablayı daraltmakta, ağlama, zırlama, mız mız mız mız, gürültü, harultu vs. Abla darladıkça "Çocuğum amcalar kızacak ama, yapma!" demktedir. Bu uyarı üç-beş kez yapılıp işe yaramayınca abla dellenip harekete geçmeye karar verip yanında oturan yüce şahsiyetimize dönüp "Amcası şuna kızar mısın, beni üzüyor" makamından bir ricada bulunur...

Delimiz hemen çocuğun iki omzundan tutup sasrmaya ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar: SUSSANA LAN ANUNA GODUMUN ÇOCUĞUUUU...SENİN ANANI ZKERİİİM!!!!!!! Sonrada ablaya dönüp hiç birşey olmamış gibi "kızdım"...

the very beginning (en başı hesabı)

Efem, bizim için hikaye AKM önünde bizi bekleyeceği söylenen bir VIP minibüsle başladı. Gider bakarız ki 14 kişilik bir okul servisi, bilmem ne İmam Hatip Lisesi. Tek sürücü ve 22 saatlik bir yolculukla devam etti. Yol boyunca olanlara gelince... emin olun hiç sikinti yok :) şöför abi o gün kandil olduğu için oruçmuş meğer, yolda uyuya kalmasın diye 5'er saatlik vardiyalar halinde ön koltukta oturuluyor. Abi uyumuyor ama otobanda tam önümüzde U dönüş yapıp trafiğin nassını zken arabadan haberi yok. Netice: Samsun girişinde küççük bir kaza ve aracın sağ tarafı yok. O acı fren sesinden sonra üzerimde Ciwanla gözlerimi açtım Samsun'da arabayı yaptırmaca, uyumamak için inat eden kaptan ve 22 saatin sonunda herkes pek dar. Yanlış anlamayın dostlar, herkes pek dar ama sağ, bu durumda zaten sikinti yokk:) Malum artık Giresun'dan o yandayız...

Bizim için 6 gece ve 7 gün sürdü, 3. gün bize katılan "kendin bilmezler" de, biz de çok değiştik...
Dönme zamanı yaklaştıkça bizi aldı bir dert: Giresun'dan bu yana geçince n'apacaz?Orda çok sikinti var! Var mı ahali? Gelsin hikayeler, ilki de benden...